Her şey olmasa bile çok şey o adamla, Adam Smith’le başladı. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ilkesiyle tanındı. Bu trafik polissiz, trafik lambasız geçişte, fiyat sayesinde üretim faktörleri bir kesimden diğerine serbestçe geçecek. Devlet haddini bilmelidir, zinhar müdahalede bulunmamalıdır. Patronların tenezzül etmediği ve yeterli kâr görmediği işleri, mesela, iç - dış güvenlik ve adalet türü konuları uşak gibi gördükleri devlet yapacak. Tabii devlet burada uşaklığının gereği, adaleti patronların isteği uyarınca yapmalı.

Kapitalizmin babası diye anılan Sayın Adam Smith, 1700’lerde yaşadı ama oradan buradan pıtrak gibi çıkan ekonomistler, alınmasınlar, solda sıfır kaldı. 1980’lerden itibaren sanki yeniden doğdu. Bir örnek vermek gerekirse Özallı yıllardan söz edebiliriz. Çikita muzla tanıştırdı ülkeyi. Muzun Türkiye’deki anavatanı Anamur, bina bahçelerine döndü. Sonra ah enflasyon vah enflasyon. Sonra döneriz. Sayın Smith’i bırakın, Özal’ı bile rahmetle anacak kadar ilerleyen politikacılara da şahit olundu. Hani VAR hakemlerinin bile anlayamadığı ofsaydı, spor konusundaki engin bilgisini kullanarak kaldırmayı planlayan Liberal Parti’nin eski Başkanı, asabı bozuk Besim Tibuk, savunduğu sisteme vahşi kapitalizm diye karşı çıkanlara da çok kızdı.

Ama hakkını yememek lâzım, İngiltere dolaylarından esen rüzgâra çok sert çıktı. Şimşek’ten “bu çocuk” diye söz eden Tibuk, yaklaşık bir yıl önce “enflasyonu düşüreceğim, ekonomiyi düzelteceğim dedi… Bu çocuk geleli bir sene oldu, enflasyon hâlâ yüzde 75, bilmem ne zaman düşecek diyor. Böyle bir komedi dünyanın hiçbir yerinde olmaz" dedi. Şu anda da fikrinin değiştiğini sanmıyorum.

Aslında Sayın Tibuk yanılıyor. Bu yıl Kasım ayında, enflasyon yüzde 0,87 olmadı mı? Son 2,5 yılın en düşük düzeyi değil mi? Yıllık enflasyon ise son 4 yılın en düşük seviyesi olan yüzde 31,1’e gerilemedi mi? Bakanın yalancısıyım. Mucizeye bakın ki, hayat pahalılığının en önemli göstergesi, gıda fiyatları bir önceki aya göre, 0,69 düşmüş. Gıda enflasyonu Kasım ayında normalleşmiş. Haberlerde her zehirlenme vakasında, acaba tavuktan mı diye endişelenmeye devam edebiliriz, fiyatı yüzde 8,64 inmiş. Mehmet Şimşek’i İstanbul Valisi dinlediyse memnun olmuş mudur acaba? Zira evcil hayvanlarla ilgili ürünlerdeki artış, tüketici fiyatlarında rekor kırarak, yüzde 16,97 olmuş. Hayvan severlerin tepki göstermesini fırsat bilenler, bu fiyat artışında etkili midir bilinmez ama araştırmaya değer.

Neymiş efendim, çalışanlara yılbaşında yapılacak zammı düşük tutmak için koskoca bakana bağlı olan koskoca istatistik kurumu, kasıtlı olarak enflasyon rakamlarını beklenenin altında açıklamış. Hem kim oluyor, bu adı emekçi, çalışan, işçi, memur denilen kesim? Üst düzey bürokrat mı zannediyor kendilerini de yüksek zam peşindeler? Gerekçeye bakınca insan hak vermeden edemiyor: Kariyer meslek sahibi uzmanlar düşük maaş nedeniyle kamuda can çekişiyormuş. Kritik kurumlarda rapor hazırlayacak nitelikli uzman bulmakta zorlanılıyormuş. Sistem tıkanmak üzereymiş. Nasıl böyle bir sorumluluğu alabiliriz? 30 kağıt seyyanen zammı hepsi kesin hak ediyordur ama bence, söz konusu üst düzey bürokratlar arasında bu zammı layıkıyla hak eden tek kişi TÜİK Başkanı’dır. Bence kent lokantalarından daha ucuza Meclis lokantasında yemek yiyen milletvekilleri buna “Evet” demeli. Zaten komisyondan geçmiş. Bir de “Simit Komisyonu” kurulmuş. Ondan da esnafı kollayan yasa teklifi “oylarıyla” geçer.

Üstelik bu kıdeme ulaşmak o kadar kolay değil. Ulaştırma Bakanı yol göstermiş: "Bir taraftan elbette kariyerinizi yapın, görevinizde yükselin ama evlenmeyi ihmal etmeyelim ve ailelerin en az 3 çocuk sahibi olması doğru olandır." Ama kaç yaşından önce evlenmeli? Mesela 27 yaşından önce evlenmeniz gerekiyor. İktidar ortaklarından bir partinin başkanı şöyle buyurmuş: “25 yaşına gelmiş, hadi 27 olsun. Evlenmemiş adamı devlet memuru ya da kamu işçisi yapmayacaksın.” Ona göre, böylece millet yaşayacak ve nüfus bir milletin en büyük zenginliği olacak. Çocuk sayısı söylememiş. Sonuçta MESEM’e kurban ediliyorlar. Öğretmen olmayı başarabilenler ise marketlerde çalışabiliyor. Ucuz, güvencesiz işçiliğe selam olsun.

Mide önemli. Yazık ki, yeterli gelir olmayınca damakla birlikte keyif için dolamıyor. İddia şu ki pahalı olan da bulunamayacak. Altı harfli bir zincir marketin genel müdürüne göre, üreticiler para kazanamıyor, o nedenle üretmek istemiyor. Bu durumun aynı hızla sürmesi halinde ülkede satacak ürün olmayacak. Risk önemli. Tedarik ve ortak üretim maliyetinin düşürülmesi şart. Antalya ile İstanbul arasındaki fiyat farkından dem vuruyor. Haklı olabilir. Ancak tarla ürünü diye pazarlarda satılan ürünlerin fiyatlarının marketlerle yarışmasının nedenine, ulaşım maliyeti minimumda iken, bakmak gerekir.

Bir de ucuz et meselesi var. Ortağı olduğu Macaristan’daki şirketten Türkiye’ye et ithal edildiği iddiası var. “Ben o değilim” diyor bürokrat. Koskoca bürokrat kalkıp da yalan mı söyleyecek? Zaten ortağı olduğu şirketten alacağı paya da ihtiyacı yok. 30 kağıt seyyanen zamdan genel müdürler de yararlanacakmış.

Ayrıca ucuz ete gerek yok. Ülkenin itibarını düşürecek görüntülere neden oluyor. Sabahın kör vaktinde bir kilo kıyma için sırada bekleyen yaşlılar, emekliler var. Hemen Covid önlemlerinin devreye sokulması ve 60 yaş üzeri yurttaşların, emeklilerin (EYT’lileri de kapsamalı, genç ama sonuçta emekli) günün belirli saatlerinde, tercihan, Kent lokantalarında ya da et kurumunun önde kuyruk görüntüsünü verecek saatleri dikkate alarak dışarıya çıkması sınırlanmalı. Bakan sayesinde çok şükür maaşlarını alabiliyorlarmış.

Ne de olsa haklarını savunacak sendikaları yok. Şimdi diyeceksiniz ki Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda işçi temsilcileri var da ne oluyor? Biri yağ çekmekle meşgul. Diğeri bakanın kulağına fısıldamakla. Komisyonun yapısı yeni akıllarına gelmiş. Mızıkçı çocuk gibi “Bana ne, bana ne” demekten başka bir şey yapamıyorlar, yapmıyorlar. Komisyonu boykot ederlerse yemeğe giderler. Hem yüzde 10 servis ücretini, garsonlar ne yapacak diye düşünmeden, ödemeyecekler. Kuverden kaçamayacakları kesin.

Rezervasyon yaptırmadan kapısından bile geçilemeyen restoranları dolu, kuryelerin motosikletlerini ağır vasıta gibi kutularla yüklü görenler arasında her zamanki gibi “Hani ekonomi kötüydü?” diyenler çıkacaktır. Yurttaş, yüzde 5’lik kesime bakacağına, “Kara Cuma”nın sadece Kasım- Aralık ayıyla sınırlı kalmayacağının da ayırdına varması şart.

Not: Baskılara karşı Sözcü Grubu,“Sözcü susarsa Türkiye susar” diye bir kampanya başlatmıştı. Sözcü’nün anlamı, bir nevi, yurttaşlar adına söz söyleme görevini üstlenmek demekti. Bakalım şimdi kim adına söz söyleme görevini üstlenecek?