Geçen hafta, biri tutuklu iki gazetecinin “artık siyaset yazmayacağım” sözünden gaza gelip, siyaset odaklı bir şeyleri kaleme almamıştım. Gerçi konunuz ne olursa olsun, her şeyin aslında siyaset olduğunu vurgulamayı unutmamıştım. Neyse gaz alındı ve siyasete orasından burasından bulaşmaya karar verdim.

Bunlardan ilki, bir zamanlar üzerinde güneş batmayan imparatorluk denilen Büyük Britanya, halk arasında İngiltere. Ana muhalefet lideri, İngiliz İşçi Partisi’ni eleştirirken neredeyse, “Kardeş kardeşe bunu yapar mı?” diyecek, işi arabeske bağlayacak diye korktum. Neyse ki öyle olmadı. İngiliz İşçi Partisi’nin, sosyal demokrat partilerin iktidarla dayanışma gösterdiğini söyledi ve “Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Her platformda bu tepkimi dile getiriyorum, dile getirmeye de devam edeceğim" dedi. İşçi Partisi’nin Sosyalist Enternasyonal’e girmek istemesi halinde karşılığını alacağını belirten ana muhalefet liderinin beklediği dayanışmayı görmesi zor, çünkü iktidarı destekleyen açıklamaları ortada. İngiliz partisinin muhafazakârlardan daha muhafazakâr bir çizgide olmadığını unutmamak gerekir.

Pudra şekeri olayı, soruşturması sürüyor. Aslında tartışılan olay, Ekim ayında, tanınmış bazı oyuncuların ifadelerine başvurulması ile başlamış, yedi isim hakkında takipsizlik kararı verilmişti. Bugün, konu kulüp başkanına kadar uzandı. İddialar farklı farklı. Dini diyen de var. Siyasi hesaplaşma olarak gören de. Saçta her zaman kepek olmuyormuş demek. Bu olay çok su kaldırır. Takım formalı bir muhabirin konuyu haberleştirirken yandaş kanalda takındığı tavra ve ona sert eleştiriler de işin tuzu biberi oldu.

Bir başka tuz-biber gelişmesi dijital medya hakkında. İktidarın 11. Yargı Paketi, sosyal medya dâhil internetteki birçok mecrayı artık engellemek için uğraşmasına gerek bırakmayacak hüküm içeriyor. Buna göre, sulh ceza hakimi, doğrudan içeriğin kaldırılmasına, erişimin engellenmesine karar verebilecek. Yani, eskisi gibi erişimin engellenmesi yeterli bulunulmuyor, içeriğin tamamen kaldırılması, yok edilmesi söz konusu. Yaşasın basın özgürlüğü.

Bir önceki paragrafta spora değinmişken, bir başka gelişmeye değinmemek kalemize gol atmak gibi olur. Bir maçta atılan sloganlardan söz ediyorum. Daha önce Yeşil ve beyaz Toros fotoğrafları ile konuk takımı ağırlayan, su sorunu ile gündeme gelen şehrin takımı, bu kez deplasmanda, Kürt siyasetinin simge isimlerinden birini hakaretlerle hedef aldı. Konuk takıma göre, “kısa süreli ve tekrarlanmayan bir tezahürat”mış. Meğer “ırkçı, hakaret ve nefret içerikli paylaşımlar”ı konuk takım yapmış. Hukuki süreci de başlatmışlar. Hâlbuki konuk takıma gazoz ikram etmekten başka ne gayeleri olabilirdi ki? Gözde tatil kasabasının takımı da benzer saiklerle konuk takımın taraftarlarına saldırdı. Taşlarla. Tesadüfe bakın, iki takımın da forma renkleri yeşil beyaz.

Konu bu olunca, iktidar ortağının, Diyarbakır’da yapılacak yürüyüşün hiçbir mahsuru olmadığını söylemesinden sonra, Ankara’da memur eylemi polise takılınca, Ankara ve İstanbul’daki öğrenci yürüyüşleri gözaltıyla sonuçlanınca, bunların niye “mahsurlu” olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Komisyondaki partilerin değiş tokuş ettiği raporlarda bu konuya değinilmediği anlaşılıyor. Daha da enteresanı, ortak raporun nasıl kotarılacağı ve nerelere evrileceği, toplantıların iki ay daha uzatılmasından sonra, muamma gibi gözüküyor. Demokrasi talebi bazılarının kafasını karıştırıyor. Belki bu konudaki soru işaretleri, iktidar ortağının Sözcü televizyonunda yapacağı açıklama ile vuzuha kavuşur.

Devam edelim. Kaymakamlık, 31 yıl önce Kürtçe albümlerinde terör propagandası yaptıkları gerekçesiyle yargılanan ve ardından Almanya’ya giden Koma Amed grubunun “halk konseri adı altında” vereceği konseri, talebin uygun olmadığını belirterek iptal etti. En azından şimdilik serbestler. Konser lafı konser lafını açar. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında konser harcamalarında usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla Eylül ayında soruşturma izni verilmişti. Başkan ve 38 Meclis üyesi (muhtemelen CHP’li) hakkındaki yeni soruşturma izni ise Ekim ayında verilmiş ancak şimdi duyduk. Konu imar yolsuzluğu. ABB diyor ki: “Soruşturma; Melih Gökçek döneminde yapılan usulsüz imar artışlarına engel olunması nedeniyle başlatılmıştır.” Bana kalırsa CHP, yeni bir aday ismi bulsun ve sır gibi saklasın. Hele aday isim belediye başkanı ise.

Başka bir komisyon toplantısı ise asgari ücret için. Çalışma Bakanlığı’nda işverenlerle kardeş kardeş süren toplantıda neler konuşuldu bilinmiyor. Açıklanan asgari ücret 22 bin 75 lira. Net. Haa 14 kuruşu da var. TİSK çağrıya uymamış, elini taşın altına koymamış. Ama işçi kesiminin kaçak güreştiği kesin. Zaten komisyonda DİSK yok. Ama DİSK Ankara’ya yürüdü. Şuna işaret etti: “Bu düzen, yoksuldan alıp zengine; işçiden alıp patrona vermek üzere işlemektedir. Ücret politikalarından vergi sistemine kadar atılan her adımın hedefi aynıdır.” Gelirde adalet isteklerini vurguladıkları sırada bütçe görüşmelerine katılan bir iktidar vekilinin kolundaki 9.2 milyon liralık saat dikkat çekti. Muhtemelen geçen yılın Nisan ayında 562 bin liralık saatiyle gündeme gelen bir başka vekil arkadaşını kıskandırmıştır. Bu saatler Meclis’te alınan iki maaşla karşılanabilir mi? Hem ana hem emekli maaşı alan vekilin geliri Sırrı Sakık’a göre, kendisi de alıyormuş, 379 bin lira. Harcamadan 24 ay sabrederlerse, çerez parası dokuz milyonluk saate ulaşmak hayal değil. Aman kimseyi servet düşmanlığı ile suçlamayın.

Meclis’in gündemi elbette sadece pahalı saatler değil. Örnek isterseniz, MESEM denen operasyonun sağladığı ucuz işgücü. Ucuz işgücü ile kalsa iyi sayılabilir. Ölen çocuklar. 17 çocuk. Sadece bir okul projesi değil. Toplumun yoksulluğunun yansıması. MESEM’li çocuklar sanmayın, 86 çocuk öldü, “çalışırken”. Yalnız buna tepki gösteremezsiniz. Yoksa TİP’liler gibi hemen derdest edilirsiniz. Bir haber: “Şanlıurfa'da koruma altındaki üç çocuk, kaldıkları kurumda personel tarafından şiddette maruz bırakıldı. Kurumdan kaçarak şikâyetçi olan çocuklar, diğer çocukların da tehdit edildiğini anlattı.” Unutmayayım, muhalefetin okullarda temizlik, güvenlik, sağlık personeli istihdamı ve çocuklara ücretsiz öğle yemeği verilmesini öngören önergeleri iktidar oylarıyla reddedildi. Orası, burası fark etmiyor. Çocuklar zorda. Çok zorda.

Sadece çocukları değil, elbette öncelikle onları, her konuyu düşünmeli. Mücadele etmekten vazgeçmemeli. Bakın soyadları ile ilgili bir araştırma varmış. İki-üç senedir, medya haber bulamayınca, gündeme getiriyor. Türkiye’de en çok kullanılan soyadı Yılmaz’mış. Soyadı olamasa da demokrasiden yana tavır alanların yılmaması lâzım.

Not: Einstein, 1949’daki “Niye sosyalizm?” makalesinde, kapitalist toplumsal düzeni eleştirerek sosyalizmin etik ve toplumsal bir gereklilik olduğunu belirtmiş. Bunu anlamayan ( E = mc2 ) formülünü nasıl anlasın?