Papa’nın İznik Gölü kıyısındaki sessiz ziyareti, Türkiye’de birkaç dakika konuşulup geçen bir haberdi. Oysa bilimsel açıdan bakıldığında, o görüntü tek başına bir olay değil; bin beş yüz yıllık bir tarihi hafızanın ortasında verilen güncel bir mesajdı. İznik, Hristiyanlığın dogmatik temelinin atıldığı, konsillerin yapıldığı, imparatorluk tasavvurlarının doğduğu bir şehir. Papa’nın oraya gitmesi de sıradan bir protokol hareketi değil; tarihsel sembolün jeopolitik dile çevrilmiş halidir.
Hristiyanlık tarihinde “İznik Konsili” ne ise, siyaset bilimi açısından “sembolik mekan diplomasisi” odur. Devletler bazen mesajlarını büyükelçiler üzerinden vermez; sembolik mekânlar üzerinden verir. İznik gibi bir yerin seçilmesi, Batı’nın Türkiye’ye dönük yaklaşımının akademik literatürde “stratejik hatırlatma” diye geçen yöntemine çok benzer. Bu yöntem, devletlerin karşı tarafa “Senin rolün burada başlıyor, bunu unutma” dediği üstü kapalı bir iletişim biçimidir.
Papa’nın İznik’te durduğu yer tam olarak buydu.
İşin siyasal kısmı ise daha karışık, fakat aynı derecede bilimsel. CIA’nın 1980 sonrası Ortadoğu analizlerinde Türkiye’nin adı sıklıkla geçer. Bu raporlarda “ılımlı İslam” kavramı yalnızca sosyolojik bir tespit değil, bir yönlendirme modelidir. Radikal İslam’ın yükselişi karşısında ABD’nin geliştirdiği bu doktrin, İslam dünyasında Batı ile uyumlu, istikrarlı, yönetilebilir bir siyasal zemin yaratmayı hedefliyordu. Bu bir istihbarat operasyonundan çok, uluslararası ilişkiler disiplininde “yapısal yönlendirme modeli” olarak tanımlanır.
Türkiye bu modelin merkezindeydi.
Erbakan ise bu modeli reddeden liderdi.
Siyasi tarih bize şunu öğretir: Bir uluslararası proje, yerel lider tarafından reddedildiğinde, sistem yeni bir uyumlu profil aramaya başlar. Erdoğan’ın yükselişi tam da bu bağlamda değerlendirilir. Bu, bir komplonun değil; uluslararası güçlerin “politik uyumluluk” kriterlerinin çalışmasının sonucudur. Erdoğan’ın dindar ama pragmatik, muhafazakâr ama Batı ile köprü kurabilen profili, 1990’lar ve 2000’lerin başındaki küresel sistemle çatışmıyordu. Bu durum da dış dünyanın Türkiye’deki siyasi değişime sıcak bakmasına yol açtı.
Bugün Papa’nın Türkiye’deki durağına bakarken, o eski raporların, o eski yönlendirme çabalarının, o eski siyasal uyum kriterlerinin hâlâ yürürlükte olduğunu görmek gerekiyor. Çünkü uluslararası sistem, aktörleri değişse de mantığını değiştirmez.
Gelelim bugünün mesajına…
Papa’nın İznik’e gitmesi, diplomatik açıdan üç yönlü bir hatırlatmaydı: Rusya’ya, Avrupa’ya ve Ankara’ya. Rusya’ya Ortodoks liderliğinin tek adresi olmadığını; Avrupa’ya Türkiye’nin hâlâ koparılmayacak kadar değerli olduğunu; Ankara’ya ise bu coğrafyanın tarihle, dinle, siyasetle örülmüş bir rolü olduğunu söyledi. Bu tür ziyaretler, akademik literatürde “sessiz etki alanı oluşturma” başlığı altında incelenir. Görüntü sade, mesaj çok katmanlıdır.
Ekonomik etkisi de aynı bilimsel çerçevede okunmalı. Uluslararası ilişkilerde sembolik adımların piyasalara etkisi, “algısal istikrar” kavramıyla açıklanır. Papa’nın ziyareti Batı sermayesine “Türkiye ile bağ kopmuyor” mesajı verdi. Bu tür işaretler, doğrudan dolar kurunu belirlemez ama risk algısını etkiler. Risk algısı ise Türkiye seçim atmosferindeyken siyasi denklemi doğrudan şekillendirir.
Bu nedenle İznik’teki görüntü sadece teolojik bir sahne değil; siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, ekonomi politik ve sembolik diplomasi disiplinlerinin tam ortasında duran bir olaydır.
Türkiye yine tarihin kavşaklarından birinde duruyor.
Ve tarihin tuhaf bir huyu vardır: Aynı mekânları, aynı figürleri, aynı mesajları belirli aralıklarla yeniden sahneye çıkarır. Bu kez gölün kıyısında duran bir Papa üzerinden, Türkiye’ye “Sen hâlâ merkezdesin” denildi.
Bunun ne kadarının farkındayız, o ayrı bir soru…
Ama sahne çok açık:
Geçmiş konuşuyor, bugün cevap veriyor, gelecek şekilleniyor.