Kamuoyunda sıklıkla kullanılan bir galatı meşhur var: “Ben sana saygı duyuyorum, sen de bana saygı duy!”
Bu söz herkes tarafından çok sık kullanılır ama tam bir galattır (yanlış). İki nedenle yanlıştır.
Birincisi, gözlemlerimiz bunu doğrulamaz. Yani kimse kimseye saygı duymaz. Karşısındakinin fikrini değerli bulmaz; elinden gelse, farklı fikri bir kaşık suda boğmak ister. İşte bu cümlenin ilk yanlışı “ben sana saygı duyuyorum” kısmıdır. Saygı duymuyoruz, yalana gerek yok.
Gelelim ikinci cümleye: “Bana saygı duy.” Bu da galattır. Kimsenin kimseye saygı duyma yükümlülüğü yoktur. Kimsenin kimseye saygı mecburiyeti yoktur; herkesin bir diğerinin hakkına riayet etme mecburiyeti vardır.
İoanna Kuçuradi’nin dediği gibi: “Fikirlere saygı duyulmaz; insanlara saygı duyulur. Fikir değerlendirme konusudur. Saygı duyulan şey insanın kendisidir. Fikirler tartışılmak ve sınanmak içindir.” Ben bu görüşe katılmakla birlikte bir adım daha ileri gidiyorum: saygı duyulması gereken şey insan haklarıdır. İnsan olmak a priori (başlangıçta) saygıyı hak eder. Ancak her insanın saygıyı hak ettiğini söylemek fazla iyi niyetliliktir. Başkalarına zulmetmiş, işkence yapmış insanların salt “insan” oluşlarından dolayı saygıyı hak ettiklerini düşünmüyorum. Bizim saygı duymamız gereken, kişilerin haklarıdır.
Fikirlere saygıdan devam edecek olursak, fikirle bilgiyi de karıştırmamak gerekiyor. Yine Kuçuradi’den örnekle: dünya yuvarlaksa yuvarlaktır. “Benim fikrim düz olduğu yönünde” diyemeyiz. Empirik bilgiyle çatışan “fikir” saygıya layık değildir. Eğer bir fikir insanlığın zararına ise –örneğin öldürmeye, katletmeye yönelikse; ayrımcılık, dışlayıcılık içeriyorsa ve nefret söylemine dönüşüyorsa– neden saygı duyalım ki? Fikir, saygı istemez; hak, riayet ister. Kişinin söz söyleme hakkı vardır; saygı duyulan kısım bu söz söyleme hakkı, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğüdür. Onun dışındaki içerik kısmına kimsenin katılma ya da saygı duyma zorunluluğu yoktur. Elbette bu kapsamda herkesin dünyanın düz olduğunu iddia etme hakkı vardır ve bu fikir de sonuna kadar ifade özgürlüğünün kapsamındadır. Bu hakkı kullanan herkesin “ifade özgürlüğünü kullanma hakkı”na riayet mecburiyetimiz vardır.
Bir din mensubu, neden başka bir dinin içeriğine saygı duysun ki? Dikkat edin, din özgürlüğünden, kişilerin tercihlerinden söz etmiyorum; bizatihi o dinin emir ve kaidelerinden söz ediyorum. Kaldı ki insanların kendi inancından başkasına saygı duyduğunu da görmedim. Kendi inancımız “tabu”dur, asla eleştiriye tabi değildir. İş başka dinlere gelince, şakası ve aşağılaması bitmez. Hinduizm’de ineğin kutsal oluşu, yıllardır alay konusudur. “Bu Hindular’da akıl olsa ineğe taparlar mı?” diye dalga geçilmez mi? İlkokuldan beri “İncil tahrif edildi” öğretilmedi mi bize? Getirilen yüzlerce İncil bir masaya konmuş ve masa sallandıktan sonra çoğu aşağı düşmüş ve içlerinde masada kalan dört tanesi bugün kabul edilen kitap(mış!). Bu anlatılarda “saygı” var mı? Olması gerekmiyor. Zaten korunması gereken, insanların Müslüman olma hakkı, Hindu olma hakkı, Hıristiyan olma hakkı.
Benzer şekilde bir ideolojinin içeriği niçin saygıya değer olsun ki? Bir sosyalist için emeği yok sayan liberalizm niçin değerli olsun? Bunun tam tersi de mümkündür. Serbest piyasanın savunucusuna göre sosyalizm saçma bulunabilir. Modernist bir insan için din merkezli bir ideoloji arkaik olabilir; bir muhafazakâr için modernizm “değerlerden kopuş” olarak algılanabilir. İşte dönüp dolaşacağımız yer şudur: Bir fikrin içeriğinin değil, düşünce özgürlüğünün, bir fikri söyleme hakkının saygıya değer oluşu ve riayet edilmesidir. Yoksa fikrin içeriğine niçin başkaları tarafından saygı duyma zorunluluğu olsun?
AİHM de bu çizgiyi açıkça belirler. Handyside v. İngiltere (1976) kararında Mahkeme, demokratik toplumun çerçevesini şöyle çizer: “İfade özgürlüğü yalnızca toplum tarafından kabul gören, zararsız veya kayıtsızca karşılanan fikirler için değil, aynı zamanda şoke eden, rahatsız eden ve inciten fikirler için de geçerlidir.” Korunan şey fikrin doğruluğu değil, ifade hakkının kendisidir.
Siyasi söylem, özellikle “çoğunluğun hoşuna gitmeyen fikirler” söz konusu olduğunda en yüksek derece koruma altına alınır. Lingens v. Avusturya (1986) kararında ise Mahkeme, siyasilerin daha geniş eleştiri sınırlarına katlanması gerektiğini ifade eder. “Bir siyasetçi söz konusu olduğunda kabul edilebilir eleştirinin sınırları, özel bir birey söz konusu olduğunda olduğundan daha geniştir.” Türk Anayasa Mahkemesi de bu çizgiyi özellikle 2014 sonrası bireysel başvurular sonrası oluşturduğu içtihatla güçlendirmiştir. AYM’ye göre ifade özgürlüğünün korunma alanı, “çoğunluk tarafından kabul gören fikirlerle sınırlı değildir”; aksine “çoğunluğun değer yargılarını rahatsız eden ifadeler” daha yüksek koruma altında olmalıdır. Ayşe Çelik Başvurusunda (2017) “Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve bu konuda başkalarını ikna etme çabaları, bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir.” denilmiştir.
Saygıyı hak eden, haklardır. İnsanların haklara saygı göstermesi ve onlara riayet etmesi gerekir. A kişisinin kendini ifade etme özgürlüğü ne kadarsa, B kişisininki de o kadardır. Herkes hakların kullanılması bakımından eşit haklara sahiptir. Fikirler içeriğine bakılmaksızın aynı derecede korumadan faydalanır.
Toplumun çoğunluğunu şoke eden, rahatsız eden, benimsenmeyen fikirler de ifade özgürlüğünün kapsamındadır. Aynı şekilde siyasal iktidarı eleştiren ifadeler de ifade özgürlüğü korumasından maksimum yararlanır. Zira tepki ve yaptırımla karşılaşma ihtimali bu fikirlerin daha çok korunması ihtiyacını doğurur. Siyasal iktidarın ve çoğunluğun beğenmediği fikirler, korunmaya daha çok ihtiyaç duyar. Hâkim görüş zaten fikirlerini beyan etmekten korkmaz; yasaklanma riski taşımaz.
Aykırı ifadelerin beklentisi saygı görmek veya başkalarınca kabullenilmek değildir. Bu boş bir beklenti olur. Fikirler saygı görmek için değil, açıklandığı dünyada değerlendirilmek için vardır. Silahların eşitliği ilkesi gereği, fikre karşı fikirle cevap verilir. Kamu gücü baskısıyla değil. Otoriter rejimlerde fikirler kamu gücü ve paramiliter güçlerle bastırılır: yayın yasağı, ekran karartma, erişim engeli, kanal kapatma, kayyım tehdidi, gazetecilere sokakta saldırma, gazete ve dergilere taşlı sopalı saldırılar, itibar suikastları… Günümüzün paramiliter güçleri olan internet trolleri, linç, hedef gösterme, savcıları harekete geçmeye zorlayarak fikirleri bastırır. AYM “ifade nedeniyle cezalandırma” yolunu tercih eden kamu gücünün, demokratik toplum gerekleri testini geçemeyeceğini açıkça belirtir.
Murat Aksoy, Şahin Alpay, Atilla Taş kararlarında AYM, “yalnızca eleştirel ifade nedeniyle özgürlüğünden mahrum bırakma”yı ağır hak ihlali saymıştır. Dolayısıyla koruma kalkanı daha ziyade devlet karşısında en güçsüz duran ifadeler içindir.
Buradan çıkaracağımız sonuçlar şunlardır:
1- Fikrin içeriği saygıyı zorunlu kılmaz. Fikir, düşünce, inanç, din, ideoloji değerlendirme konusudur. Saygı konusu olmak zorunda değildir. Kimse hiçbir ideolojinin veya dinin içeriğine karşı saygı bekleyemez. Saygı isteyen, hakka riayettir.
2- Saygı gösterilmesi gereken insan haklarıdır. Fikirler, söz söyleme ve ifade özgürlüğü yoluyla dış dünyaya yansır. Bu söz, yazı, görsel, karikatür, performans sanatı veya müzik olabilir. Fikrin her türlü ifadesi, ifade özgürlüğü kapsamındadır.
3- Herkes hakların kullanılması bakımından eşit haklara sahiptir. A kişinin ifade özgürlüğü ne kadarsa, B kişisininki de odur. Fikirler içeriğine bakılmaksızın aynı korumadan yararlanır.
4- Toplumun çoğunluğunu şoke eden, rahatsız eden fikirler ifade özgürlüğünün kapsamındadır. Siyasal iktidarı eleştiren fikirler, AİHM içtihadına göre en güçlü korumayı hak eder. Çünkü bu tür ifadeler cezalandırılma riski taşır. Halkın egemen inancı veya çoğunluk ideolojisi, kamuoyu baskısıyla azınlık fikirlerin sesini bastırabilir; bu nedenle ayrık fikirler daha fazla korumaya ihtiyaç duyar.
Her gün daha da otoriterleşen memleketimizde gün geçmiyor ki, bir sokak röportajı soruşturmaya uğramasın, röportaj yapan ve yayınlayan tutuklanmasın. Cumhurbaşkanının adının bile geçmediği cümleleri sarf edene “cumhurbaşkanına hakaret” davaları açılmasın. Gün geçmiyor ki, sosyal medya çeteleri bir kişiyi veya şeyi hedef göstermesin ve savcılar fikirle mücadele etmesin. Gün geçmiyor ki muhalefete yer vermeye çalışan medya kuruluşlarına operasyon düzenlenmesin, kayyım atanmasın, kapatılmaya zorlanmasın. Gün geçmiyor ki bir protesto eylemi gözaltıyla sonuçlanmasın. Gün geçmiyor ki egemen inanışa eleştiri olabilecek görüşler bile, TCK 216 (Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama) kapsamında cezalandırılmasın.
Niçin? Çünkü mevcut iktidar, sahip olduğu gücü bırakmak istemiyor. Bunun için, başka seçimlik otoriter rejimlerinde olduğu gibi; göstermelik muhalefet ve göstermelik seçimlerle, adeta bir demokrasi varmışçasına herkesi hizaya sokma çabası.
Peki nasıl? İfade özgürlüğünün anlamını ve kapsamını doğru anlamıyoruz. Yanlış anlama bize çift taraflı mağduriyet getirirken, kılıcı elinde tutana çift taraflı kazanç sağlıyor.
Birinci yanılgı: fikrin içeriğinin saygıya değer olduğu düşüncesi. Hayır, hiçbir fikir tek başına saygıya değer değildir. İkinci yanılgı: toplumun çoğunluğunu veya bir kesimini rahatsız eden fikirlerin ifade özgürlüğünden yararlanmaması gerektiği düşüncesi.
Fikrin, dinin, ideolojinin içeriğinin saygıyı hak ettiği görüşünde ısrar, egemen ideolojiye avantaj sağlar. Onu dokunulmaz ve eleştirilmez kılar. Egemen siyasal ideolojinin dinle (Sünni-Selefi inancıyla) bütünleşmesi, herkesin bu içeriğe saygı göstermek zorundaymış gibi algı yaratır. Bu alan eleştiriden uzak tutulur. Din konusunda ağzını açan, TCK 216/3 ile karşı karşıyadır. “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama…”. Fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olup olmadığına bakan yoktur. Adeta bir orta çağ blasphemy (dine hakaret) suçunun modern versiyonu gibi uygulanıyor.
“Fikre saygı” düşüncesi, kolaylıkla “saygıdeğer olmayan fikrin cezalandırılması” sonucuna evrilebilir. Böylece toplumun çoğunluğunun “saygı duyulmaz” bulduğu görüşlerin bastırılması ve yasaklanması sözde meşruiyet kazanır.
Bu sebeple, saygıya değer olan fikrin içeriği değil, ifade özgürlüğünün kendisidir. Asıl olan bu özgürlüğün herkes tarafından kullanılmasıdır. Katılmadığımız, beğenmediğimiz fikirler de en az bizim fikirlerimiz kadar ifade özgürlüğünün kapsamındadır.
Günlük konuşmalarımızda da “bana saygı duy” dememize gerek yok. Kimsenin kimseye saygı mecburiyeti yok. Ama herkesin bir diğerinin hakkına riayet etme mecburiyeti var. Birlikte yaşamın altın kuralı budur.
Bana saygı duyma, hakkıma riayet et!