Sık sık vurguladığım gibi; Erdoğan-AKP iktidarının tarihsel ve siyasal ömrü tamamlanmış durumda. Ancak hiçbir iktidar onu almaya niyetli, kararlı ve buna uygun toplumsal desteğe sahip bir güç (parti, örgüt) yoksa kendiliğinden gitmez. Siyasal islamcı iktidarın ömrünün bu kadar uzamasının, dahası siyasal ve ahlaki bakımdan tükendiği halde yerinde kalmasının bir dizi nedeni var.

Bunları şöyle sıralayabiliriz.

Birincisi; Cumhuriyet burjuvazisinin ve bürokrasinin (asker-sivil) kısa vadeli hesapları ve çıkarları nedeniyle içine düştükleri ihanettir. Kendi cumhuriyetlerini camisi avlusunda terk ettiler. Güçsüzlüğü, köksüzlüğü, sınıfsal ve tarihsel bilinçten yoksunluğu bu sonuca yol açtı. Sol korkusu nedeniyle ülkeyi feda ettiler. Şimdi “şamar oğlanı” muamelesi görüyorlar.

İkincisi; Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra (1990'lı yıllardan itibaren) dünyada esen liberal rüzgarın solu ve cumhuriyetçileri de içine alarak, ilerici toplumsal güçleri sağa savurmasıdır. Bu güçler içinde sosyalist sol olduğu gibi cumhuriyetçiler de vardı. Dolayısıyla CHP'de hem liberalizmden hem de post modern siyaset anlayışından derinden etkilendi. Çünkü, saldırı sadece sosyalist sola marksizme değildi. Aynı zamanda aydınlanmacı, modernleşmeci, kamucu ve halkçı cumhuriyetler (ulus devletler) de bu gerici ve sağcı saldırının hedefiydi. Öyleki, Deniz Baykal önetimi Chp'nin halkçı/kamucu dokusunu dönüştürdüğü gibi, laiklik gibi kimliğinin belirleyici ilkelerini de deforme etti. Baykal çizgisini esas olarak sürdüren Kemal Kılıçdaroğlu ise partiyi neredeyse cumhuriyeti kurduğu için özür dileyecek noktaya getirdi.

Böylece üçüncü neden olarak; muhalefetin, cumhuriyetçi ve sol güçlerin ideolojik bulanıklık içine düşmeleri, devrimcisiyasetten uzaklaşmaları sayabiliriz. Elbette bu ideolojik ve felsefi nedenlerin yanına beceriksizlikleri, siyaseten korkaklığı, özgüven eksikliğini, abdestinden emin olmama halini ekleyebiliriz.


Özgür Özel yönetimindeki CHP'nin farkı partiyi halkçı, kamucu ve aydınlanmacı temellerinde yeniden inşaa etme tutumudur. Bu yaklaşım CHP'nin tarihsel ve ideolojik kaynağıdır.

Bir başka fark ise cumhuriyeti savunmanın kendi tarihsel sorumluluğu olduğunun farkına varması ve bunun için alanlara çıkarak ilerici-devrimci bir geleneğe uygun olarak mücadele etmesidir. Toplumu harekete geçirmesi, başka bir ifadeyle “sokak korkusunu” kırmasıdır. Sağa savrulmayı durdurmasıdır. Siyasetin toplumsallaşması engeleri değiştirmiş, halktaki karamsarlık ve umutsuzluğu dağıtmıştır. Korku ve boyun eğme gibi teslimiyetçi eğilimleri kırmıştır. Bu önemli bir farktır. Eylem ve sokak CHP'yi sola çekmiştir.

Bu bir olgu ve tarihsel olarak önemli bir kazanımdır. Bu nedenle nesnel olarak ve siyasal bir soğukkanlılıkla kıymetlendirilmelidir. Dahası sahip çıkılmalıdır.

CHP'YE SALDIRMA KONFORU

Türkiye'de son yıllarda siyasal bir konfor yaşanıyor. Pek “demokratik” gerekçelerle gerici iktidarlara destek veren liberaller (muhafazakar, sol vb.) çok “özgürlükçü” hatta “sol” nedenlerle CHP'ye ve ana akım sosyalist hareketlere saldırdılar. Bu konforlu bir alandı çünkü muhalefete muhalfet ederek hem ruhlarını kurtarıyor hem de iktidarla iş tutarak kendilerine alan açıyorlar, iş birliğinin üzerini örtüyorlardı.

Çözüm girişimleri başladıktan sonra da kürt siyasal hareketi de benzer bir siyasal savrulma yaşadı. Gerici- faşizan iktidarlardan “demokratik” bir çözüm bekleme saflığı ya da saçmalığını makul ve meşru gösterebilmek için CHP'yi eleştirmek ve 75 yıldır iktidar olmayan bu partiyi Cumhuriyetin bütün kötülüklerinden sorumlu tutmak en kolay yoldu. Onlar da bunu yaptı. Oysa her devrimin olduğu gibi cumhuriyetin de devrimci ve muhafazakar kanatları vardı.

Kürt hareketi ve liberaller 1946'lardan itibaren cumhuriyetin muhafazakar kanadın eline geçtiğini ve ülkenin 2000'li yıllardan itibaren de siyasal islamcılara teslim edildiğinin farkında değiller. Daha kötüsü biliyor ama küçük mikro-milliyetçi çıkarlar için ülkeyi feda ediyorlar. Böyle bir konforu sosyalist solun kimi kesimlerinin de tercih ettiğini söyleyebiliriz. Bu “kibar mahalle solculuğu”ndan başka bir şey değildir. Hem çamurda oynayıp hem de cicilerim kirlenmesin demek siyasal mücadeleden çekilmek demektir. Pasifizimdir, siyasal korkaklıktır.

Bugün CHP dışında bir cumhuriyet kurumu kalmamış durumda. İslamcı-faşist bir diktatörlük kurulmasının önündeki tek engelde yine bugün direnen CHP'dir.

Eğer CHP çökertilir, teslim alınır ya da imha edilirse şeri rejim kurulmasının önünde hiçbir engel kalmayacaktır.CHP dışındaki bütün cumhuriyet kurumları tasfiye edilmiş durumda. Şeri ve faşizan bir rejimin önünde kurumsal bir engel kalmadı.

Sonuç olarak; kimsenin özellikle sosyalist solun ve kürt siyasal hareketinin kendi programını askıya almasına ya da CHP'ye yönelik bütün eleştirilerini geri çekmesine gerek yok. Ancak, Cumhuriyet düşmanı siyasal islamcı gericiliğe ve faşizme karşı mücadelede geniş bir yurtsever- demokratik cephede/ittifakta birleşmek, bu sürüklenişten çıkmak için tek yoldur. Bu sürükleniş islamcı-faşist totaliter bir rejime doğrudur. CHP bu cepheyi merkez ve merkez sağdaki cumhuriyetçi-demokratik güçlere ve toplum kesimlerine doğru genişletmelidir.

Tehdit ve tehlike büyüktür. Felaketi, tarihsel bir geriye savruluşu engelleyerek demokratik ve aydınlanmacı bir çıkış yapmanın yolu budur. CHP'nin eylemlerine destek verip onun daha ileriye taşınması bu tarihsel dönemeçte en önemli devrimci ve demokratik sorumluluktur. Sosyalist solun bu ölçekteki bir tehditi önleyecek gücü yok. Bu açık gerçeğe uygun bir siyaset kurulmalıdır.

Ayrıca sosyalist solun yeniden kitleselleşmesi ve büyük güçlere kumanda etmesinin yolu da geniş cumhuriyetçi toplum kesimleriyle aynı alanlarda ve eylemlerde buluşmasıyla mümkün olacaktır. Bu bir tarihsel olanak ve şanstır. Bunu da iyi değerlendirmek gerekiyor. Alman nazilere karşı yapılan tarihsel hata tekrarlanmamalıdır.

İhtiyacımız olan şey cesaret, özgüven ve devrimciliktir. Bugün iktidar ile göğüs göğüse mücadele eden cumhuriyetçi solu eleştirmek (DEM Parti gibi) ya iktidarla iş tutmak ya da abdestinden emin olmamak demektir. Gericilik ve faşizmle “demokratik” bir çözüm aramak, güneşin Doğu'dan batmasını beklemek gibidir.