Başta Adalet Bakanı Yılmaz Tunç olmak üzere “yargı bağımsız” diyenlere duyurulur.
26 Ekim Pazar.
Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’ndayım.
Adalet ve Saray?
Saraylarla/sultanlıklarla/tek adam rejimiyle yönetilen hiçbir ülkede adalet olmamış ki!
Üstünde kocaman “Adalet Sarayı” yazılı devasa binada “adalet” olmalı değil mi?
Daha adliyeye ulaştığımda, polis ablukasına alındığını gördüm.
Her yer polis yazılı demir parmaklıklar, her yer çevik kuvvet polislerinin bariyerleriyle çevrili, her yol polis barikatlarıyla kapatılmış.
Polis kuş uçurtmuyor.
Gerçekten kafamı kaldırdım gökyüzünde kuş uçuyor mu diye?
Yoktu.
Adliye kapısını ikiye bölmüşler.
Avukat girişi ve basın girişi diye.
Basın girişinden içeriye girdim, bu iktidarın “sarı basın kartından” turkuaza çevirdiği kartımı gösterdim, geçtim. Ama benim kartıma bakan görevli “Yukarı katlara çıkamazsınız. Basın odasında bekleyin” uyarısını yaptı. Zaten girişin hemen yanındaki Basın Odası’na geçtim.
Meslektaşlarımla sohbet ederken “Merdan Yanardağ, İmamoğlu ve diğerleri adliyeye getirilmişler” bilgisi geldi.
Merdan Yanardağ’ı nasıl görürüm diye düşünürken, Basın Odası’ndan çıktım koridorda yürüyordum.
Bir grup CHP milletvekiliyle karşılaştım. Onlar da aynı soruşturmada ifadesi alınacak olan, CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu için gelmişlerdi.
Sohbet ederek yürüdük ve asansörle 7. Kata çıktık.
7. katta olağanüstü önlemler var.
Çünkü “casusluk soruşturmasında” iftiralarla gözaltına alınanların sorgusu bu kattaki hakimlik (Dikkatinizi çekerim bir mahkeme değil tek kişilik bir hakimlik) tarafından alınacak.
O hâkimin bulunduğu yerle bizler arasında adliye içinde olmasına rağmen olağanüstü güvenlik önlemleri var.
Bir tarafta gazeteciler, milletvekilleri, genel başkanlar, avukatlar
Hemen koridorun ortasında polisin demir parmaklı bariyeri ve polislerden örülmüş etten bir duvar.
Arkasında da ifadeleri alacak olan hakimlik.
Biz Merdan Yanardağ’ı görebilir miyiz diye bekliyoruz. Hatta bir avukat dostum “Belki lavaboya götürürlerse o zaman görebilirsiniz” dedi.
Ama olmadı. Bizim görmemizden bile esirgemişlerdi.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve milletvekilleriyle adliye koridorunda sohbet ederken, yanında birkaç polisle bir görevli yanımıza geldi. Doğrudan bana “ben size bu kata çıkamazsınız demedim mi? Buyurun sizi indiriyoruz” demez mi.
Ne yapacağımı şaşırdım. Sonra o yüzü hatırladım. Ben basın kartımı göstererek adliyeye girdiğimde kontrol eden ve “basın odasında bekleyin, katlara çıkamazsınız” diyendi.
Genel başkan milletvekilleri araya girdi de ben orada kalabildim.
Artık 27 Ekim’in ilk saatleriydi.
Uzun bir bekleyişten sonra sabaha karşı avukatlar yanımıza geldi, Merdan Yanardağ dahil herkesin tutuklandığını söyledi.
Tutuklamalar ne kadar hukuki?
Türkiye’de artık hukuk çoktan “guguk” olduğundan hukuki mi diye sormak bile anlamsızlaşıyor.
Biz bunu çok açıkça yaşadık.
Tüm hukuk kurallarında geçerli olan suçlamanın kişiselliği ilkesi hiçe sayılarak yasal kayıtlara göre Merdan Yanardağ’a ait olmayan TELE1’e el konuldu.
Artık hiç birinizin mal güvencesi yok
Artık hiç birinizin hukuk güvencesi yok.
İlk gece geldiklerinde ve yayınımızı kestiklerinde sadece TV yayını yapan şirket hakkında kayyım kararı vardı.
Kayyım ekibine, internet sitemiz başka bir şirkete bağlı olduğu için mahkeme kararı olmadan giremeyeceklerini söyledim.
Kayyım o kadar rahattı ki
“Amaaan onu unutmuşuz. Yarın o kararı da aldırırız” dedi.
Gerçekten ertesi gün Cumartesi olmasına rağmen sabahın köründe o karar geldi.
Yani kayyım tatil gününde bile istediği mahkeme kararını çıkartabiliyordu.
O halde mahkemelerin/hakimliklerin bağımsız ve hukuka uygun karar aldığını kim söyleyebilir ki?
Başta Adalet Bakanı olmak üzere “yargı bağımsız” diyenlere duyurulur.