Madem ki uyuşturucu operasyonu var, siyasiler de denetlenmeli

Türkiye son günlerde uyuşturucuya yönelik yürütülen geniş çaplı operasyonlarla sarsılıyor. Soruşturmalar yalnızca belli bir çevreyle sınırlı değil; medya dünyasından gazeteciler, televizyon ve magazin dünyasından tanınmış isimler, spor camiasından yöneticiler bu sürecin içinde yer alıyor. Operasyonların artık üçüncü dalgaya ulaşmış olması, meselenin ne kadar ciddi ve yaygın ele alındığını açıkça gösteriyor.

Bu tablo, devletin uyuşturucuyla mücadelede toplumsal görünürlüğü olan alanları mercek altına aldığını ortaya koyuyor. Kamuoyunun yakından tanıdığı isimlerin ifadeye çağrılması, testlere tabi tutulması ve adli süreçlerin işletilmesi; “dokunulmaz alan” algısının kırıldığı yönünde bir mesaj olarak okunabilir.

Ancak tam da bu noktada, görmezden gelinemeyecek bir boşluk ortaya çıkıyor.

Eğer Türkiye genelinde yürütülen bir uyuşturucu operasyonundan söz ediyorsak, bu mücadelenin siyaseti dışarıda bırakması kabul edilemez. Çünkü siyasiler, yalnızca toplumun bir parçası değil; toplumu yönlendiren, kararlarıyla milyonların hayatını doğrudan etkileyen aktörlerdir.

Bugün bir sporcu, ülkesini temsil ettiği için düzenli olarak kan testinden geçiyorsa;
bir gazeteci ya da ekran yüzü, kamusal görünürlüğü nedeniyle denetleniyorsa;
ülkenin ekonomisini, adaletini, eğitimini ve yönetim anlayışını şekillendiren siyasetçilerin bu denetim mekanizmasının dışında kalması, mücadelenin inandırıcılığını zedeler.

Burada açık olmak gerekir:
Bu bir suç isnadı değildir.
Bu bir kamusal sorumluluk ve şeffaflık çağrısıdır.

Milletvekilleri, belediye başkanları, meclis üyeleri, bakanlar ve üst düzey siyasi danışmanlar; adaylık sürecinden itibaren, görev süreleri boyunca belirli aralıklarla denetlenmelidir. Tıpkı uluslararası standartlara tabi sporcular gibi; kan testi, saç testi ve benzeri bilimsel yöntemlerle, uyuşturucudan arınmış olduklarını belgelemelidirler.

Üstelik bu süreç kesinlikle özel laboratuvarların insafına bırakılmamalıdır. Denetim yalnızca devlet hastaneleri ve devletin doğrudan kontrolündeki kurumlar aracılığıyla, şeffaf ve denetlenebilir biçimde yürütülmelidir. Aksi hâlde denetim değil, göstermelik bir prosedürden söz etmiş oluruz.

Uyuşturucu ile mücadele, yalnızca belirli kesimlere yöneltilmiş bir operasyon olarak kalırsa; toplumda adalet duygusu zedelenir. Oysa bu mücadele gerçekten samimiyse, en tepeden başlamalıdır. Çünkü örnek olmak, önce yetki sahibi olanların sorumluluğudur.

Bugün üçüncü dalgaya ulaşmış bir uyuşturucu operasyonu varsa, yarın bu mücadelenin siyaseti de kapsaması bir kriz değil; aksine devlet ciddiyetinin ve toplumsal adaletin göstergesi olur.

Toplum önünde olanlar denetleniyorsa,
toplumun kaderini belirleyenler daha fazla denetlenmelidir.

Aksi hâlde şu soru büyüyerek varlığını korur:
Uyuşturucuyla mücadele gerçekten herkes için mi, yoksa yalnızca bazıları için mi ?